Adımlarıma Işık

23 Aralık 2011 Cuma

Müjde! Bir Kurtarıcı Doğdu

Fakat bu ne kadar hafife alınıyor günümüzde. Hayatın tek gerçeği, tek doğrusu, tek müjdesi olan bu doğumdan o kadar az söz ediliyor ki. Bu muhteşem ve anlamlı günü, dünyasal cicilerle öylesine yıpratıyor ve de yok ediyoruz ki... Hepsi bir yana, Noel gecesi kendini gecelere atıp tepinenler var. Zaten bu monotonluk maratonunda kendi çapımızda koşmaya çalışırken unuttuğumuz bu müjdeyi neden en özel gününde olması gerektiği gibi yaşayamıyoruz? Bir haftadır dikkat ettiğim başka bir durum ise, o özel günü kutlarken insanların birbilerine 'Iyi eğlenceler!' demesidir. Bu kadar sıradanlaşan ve hatta hatırlanmayan bir gün haline gelmesi yıllardır canımı sıkmakta.

Bir kurtarıcı doğdu! Sana, bana, hepimize! Başlangıçtan beri varolan; kendini bizlere kurban etmek için doğup yeryüzünde yaşadı. Kanıyla yıkadı, temizledi günahlarımızı. Bizi çok sevdi. Bize öğretti. Bizi yeniledi. Bizi yalnız bırakmadı. Bizi ruhuyla doldurdu. Bize lütfetti. Bize dünyanın verdiği gibi vermedi. Bize kul değil, 'dostum' dedi. Bizi eşsiz sevgisiyle donattı. Bize sağladı. Bize umut oldu. Bizim hatalarımıza karşılık bugün hâlâ merhamet ediyor ve edecek... Kendi özüne aykırı davranmadı, davranmayacak. Kurtarıcımız Isa, yeryüzünde 'dayanılmaz' olduğunu söylediğimiz acıların fazlasını çekti. Bizi anladı! Bizi anlamak için geldi. Bizim uğrumuza canını feda etti. Bunu O'na borçlu olalım diye yapmadı.

Işık Babası'nın, Tek Tanrı'nın, mükemmel Kurtarıcımızın bizim uğrumuza işkence çekip ölmüş ve tekrar dirilmiş olması ve en iğrenç günahlarımızı bile affetmiş olmasına rağmen, sizin hâlâ -ölümlü ve zayıf- insanları affedemiyor olmanızı nasıl açıklayalım? Neden, kendimiz dahil etten kemikten olduğumuzu hatırlamak istemiyoruz da sürekli suçlayacak birilerini arıyoruz?
Bir Kurtarıcı Doğdu! Bunu kutlayın...

Goncagül "insan"


19 Aralık 2011 Pazartesi

Aşkım Istanbul

Bir kavuşma olacak ki sorma gitsin...

Aralık ayının başından bu yana biriktirdiğim yazılarımı bertaraf eden bu heyecanımı ve sevincimi kelimelere dökmem imkânsız. Bunca yıldır sabırla, bazen yanlışlarla beklenen 'o gün' geldi çattı. Cok yakında, yeniden doğacağım. Yirmi dokuz aralıktan önce ve sonra diye bahsedeceğim hayatımdan. Hiçkimsenin anlamadığı ve anlayamayacağı bu durumu anlayan ve paylaşan tek insanla adamakıllı yaşayacağım. Sonuna kadar, dibine kadar, doya doya! Birdaha hiç bırakmamak üzere tutacağım elinden umudumun. Ne bir başka göz değecek gözbebeklerime, ne de başka bir el dolaşacak saçlarımda. Cünkü başka hiç bir yürek yakışmaz benim bağrıma. Bu hiçkimsenin anlatsamda anlamayacağı şahane durumu, pekiştirmeye gidiyorum. Daha güçlü dönmek için gidiyorum. Bir olmak için gidiyorum. Tamamlanmak için gidiyorum. Aşk'a karışmak için gidiyorum.

Arkama dönüp bakmadan...

Kalbimin götürdüğü yerde mutlu olmaya gidiyorum.


Goncagül "Sabırsız"

2 Aralık 2011 Cuma

Gizem, İrem'e selam söyle...

Bazen o kadar çok kendimizle meşgul oluyoruz ki, bir an için ölümü unutuyoruz sanki. Ölümlü olduğumuzu, bu dünyanın geçici bir düzeni olduğunu, hertürlü tarikatlara dinlere rağmen hiçbir inancın bu gerçeği değiştiremeyeceğini unutuyoruz. Bugün var olurken yarın ne olacağımızı düşünmüyoruz bile. Hiç ölmeyecekmişiz gibi ya da bizim başımıza hiç gelmeyecekmiş gibi. 

Bir saat önce dinlemediğim halde haberler açıktı televizyonda. Dinlemediğim halde kapatasım da yoktu. Ben yine kendi kendime, kendi hayatımla ilgili planlar yapıp duygularımı doya doya yaşarken bir tabut çarptı gözüme. Üzerine kapanmış vaziyette, artık ağlayamayan şaşkın bir kadın vardı. Tabutu severek "Gizem, İrem'e selam söyle. Annen iyi de. Arada beni ziyarete gelin olur mu kızım?" diye fısıldıyordu. Kanım dondu. Ben dondum. Robot kesildim bir anda. Aylar önce sınıfında yaptığı bir konuşmayla beni mest eden İrem, banyo'da gazdan zehirlenip hayatını kaybetmişti. Ben İrem'in ölüm haberini aldığımda "Meleklerin yeri burası değil zaten. Bu kız çok iyi yürekli, gitmesi gerekiyordu" diyebilmiştim sadece. Böyle avutmuştum kendimi. Böyle mâni olmaya çalışmıştım hissedebileceğim olumsuz duygulara. Ben son bir sene içerisinde gerçektende akılın yaşta değil başta olduğunu anladım. Lâkin aslında akıldan ziyade içerden gelen bir olgunluktur insanı erdemli kılan. Vicdandır insanı insan yapan. Akıllı olduğu için başarılı olan ve ün kazanan nicelerinin merhamet yoksunu insanlar olduklarını biliyoruz. Velhasıl, bu 'küçük' demeye dilimin varmadığı kızın ölüm haberi beni çok sarsmıştı. Sınıfta yaptığı konuşmadan çok, haber olduğunda bir muhabirin yönelttiği sorulara gayet mahçup hallerle cevap vermesi ve "mutlu oldum, ama keşke ayakkabımın  delik olduğunu söylemeseydim..." diyen kocaman yüreği beni cezbetmişti. İrem'i dinlerken gördüğüm onurdan başka birşey değildi. Ve o'nun bu alçakgönüllülüğünün altında gördüğüm onur, gayriihtiyari benim başımı dikleştirmişti. Tecrübelerimden mi yoksa hislerimin kuvvetli olmasından mıdır bilmem, kimin samimi kimin samimiyetsiz olduğunu anlarım çoğu zaman. İrem, diğerlerine nazaran çok daha gerçekti. Çok daha sahici. Daha samimi. İnanmıştım ben İrem'in büyüyünce polis olmak istediğine mesela. Çünkü İrem neden polis olmak istediğini biliyordu. İrem ufacık boyuyla gurur meselesi yapmadan, "benim babam eve ekmek getirebilmek için gece gündüz çalışıyor bizim için" diyerek çoğu yetişkini halinden utandırabilecek bir çocuktu. Beni dahil...

Banyo'da sadece İrem yoktu ne yazık ki. Ablası Gizem yanındaydı. Biraz daha oynamak için babalarından izin alıp daha uzun süre kalmışları. Beraber zehirlendiler, ama İrem önce gitmişti. O günden beri hastahane'de yatan Gizem'de dünyamızı terketmiş. O annenin ve o babanın yaşadıkları acıyı düşünebiliyor musunuz.... Bir umut sarıldığınız büyük kızınızda ellerinizden kayıp gidiyor. Tutamıyorsunuz. Çaresizsiniz. İnançlı inanlarsınız. Hayatın fani olduğunu, birgün nasıl olsa herkesin öleceğini biliyorsunuz. Bu bilinç bağlıyor elinizi kolunuzu. Haşa isyan edemiyorsunuz. Kıvranmak yerine, "Arada beni ziyarete gelin olur mu..." diyebiliyorsunuz sadece. Nasıl bir yıkımdır, nasıl bir acıdır ben yeterince anlayamam ama, kendimi elektro şok'a uğramış gibi hissettim. İrem'in annesinin o sözleri beni yine kendime getirdi. Bazen kıymet bilmez, bolluktan değerleri birbirine karıştıran insanlara benzeyebileceğimi soktu gözüme. 

Ben çok üzgünüm. Hayatın farkında olsakta, hergünün büyüsüne kapılıp zihnimizi köreltiyoruz. Uyuşuyoruz. Unutuyoruz. Bir saat sonrasının garantisini verebiliyormuşuz gibi davranıyoruz. Oysa bir dakika sonra sevdiğime ne olacağını kim bilebilir? Ben gerçekten çok üzgünüm. Boşu boşuna üzdüğüm insanlar için, aklıma bile getirmemem gereken konuları kendime dert edindiğim için, saçma duygularla tıpkı bir işe yaramaz gibi davrandığım için çok üzgünüm. 

Her ne yaşarsak yaşayalım, yaşadıklarımız bizim eserimiz. Bu yüzden o eserin ne adar güzel ve değerli olabileceğine karar vermekte bizim elimizdedir. Yaşantım benim ellerimdeyse, o'nu en iyi ve en güzel şekilde, kendimce yaşamak istiyorum. Kendi seçimlerimin var olduğu, kendi seçtiklerimin anlam kattığı dünyamı ben süslüyorum. Kim yaptığı işin kötü olmasını ister ki? Hele bu iş yapabileceğiniz en kıymetli iş ise...

Goncagül "Huzurlu"