Adımlarıma Işık

28 Ocak 2013 Pazartesi

Er Ya Da Geç

Önemli bir konu keşfettim.

Uzun zamandır bir hayli üzerinde durup düşündüğüm bir konu. Derinlemesine incelemeye çalıştığım, doğruluğunu tarttığım ve sonunda inandığım bir konu. Özdenetim sayesinde üstesinden gelebileceğimi sandığım bir konu. Ve fakat özdenetimimle ilgili hangi seviyelerde olduğumu hiç göz önünde bulundurmadığım bir konu. 
Bir konuyu düşünüp taşınırken, doğurduğu veya doğurabileceği başka konuları hiç bulamadığım, bulamadığım gibi de düşünmediğim, düşünemediğim gibi de hatalara yol açabileceğim bir konu. Biraz karışık bir konu. 

Bir insan gözünün ve bir insan kulağının ne kadar mühim üyeler olduğunu keşfettim. "Bu benim gözüm-kulağım. İstediğimi görür istediğimi duyarım. Özüme gemi vurur, sarsılmam." düşüncesi ne kadar da yalanmış meğer. Her hâlukarda "sarsılmam" diyebilmek için insan gözüne soktuğu ile kulağının duyduğuna kontrollü yaklaşabilecek bir meziyete sahip değilse, asıl denetim burada başlıyormus. Yani gözünün görüp, kulağının duyduğunu kontrol etmekte...
Neden mi...
Çünkü insan kendi kendinin doktoruymuş. Hiçkimse, senin ne görüp ne duyduğunu umursamayacağı için sen kendi kendinin bekçisi olmalıymışsın. Zihnine girebilecek hertürlü olumsuzluğun sorumlusu senmişsin. Karşındakı bunlardan mesul tutulamazmış pek tabii.

İşte bu yüzden bugün hayatımda yeni bir karar verdim. Madem zihnim ben farkında olmadan kulağımın duyup gözümün gördüğü olumsuzlukları biriktirip, hiç olmadik zamanlarda önüme sunuyor; ve madem ki kalbim bazılarını kontrol edemeyecek kadar hassas olabiliyor... O zaman ben de, gayriihtiyari biriktirebildiğim bütün kötülükleri reddederim. 

Bakmazsam, görmem.
Dinlemezsem, duymam.

Şimdi bu tür kararlar oturup teori çalışırcasına alınmıyor. Yaşıyorsun hayatın içinde. Karşılaşıyorsun. Anlıyorsun. Bazen geç olabiliyor. Çok istesem de zorlamaya gelmiyor... bir işe yaramayabiliyor. Sınırlar zorlanmıyor. Ama gördüm, duydum, anladım, kabul ettim. İçime baktım. İçimi keşfettim. Ne olduğumu itiraf ettim. Düzeltmeye karar verdim.

Bir başkasını değil.

Kendimi.

Tavsiyesi benden, uygulaması senden...

Goncagül "Anlama Noktası"

24 Ocak 2013 Perşembe

Boşversene...

İnsanlar sırf adi 'Galatasaray' olduğu için  tarihi bir yapının yanıp kül olmasına "oh olsun..." diyebiliyorlar.

Sevgili Hrant Dink'in ölümünün üzerinden 6 yıl geçmesine rağmen hâlâ gerçek sonuca varılamamışken sevenleri 'diğerlerinin' bezdirme eylemine meydan okumaya devam ediyorlar. Tam 6 yıldır 19 Ocakta Şişli'de toplanıp onca kalabalık yürüyor... İsyan ediyor... Sesini duyurmaya çalışıyor... Yemiyoruz diyor... Peşini bırakmayız diyor... Adalet istiyor. Adalet. Hem de bu ülkede. Türkiyede!
Yani sen bırak şimdi bir Ermeni'nin haince sırtından vurulmasını, daha kendi milletinden olan bir kadıncağıza sahip çıkamamış bir ülkeden bahsediyorum. Kocasından şiddet görüp tehditler aldığı için can havliyle güzel İstanbul'umun polisine sığınan kadına verilen cevap "Biz burada dizi çevirmiyoruz. Yarın barışırsınız" olmuş. Ve kadın ölmüş.

Peki ya Mehmet Ali Birand? 
Tamam, yaşarken benim de tasvip etmediğim işler yapıp söyleyen bir insandı. Ama o da bir insandı! Sevabıyla günahıyla insan. Hepimiz gibi. Hata yapabilen bir canlı. Nasıl bir toplum olmaya başlıyoruz ki bir merhumun arkasından, görüşleri bize ters geldi diye sövüp sayabiliyoruz? Nasıl varlıklarız ki biz değer görmek isterken başkalarına karşı bu kadar saygısız olabiliyoruz? Nasıl bir zihniyettir ki bu, ölmüş birinin ardından zalimce "İyi oldu Kürde..." çekebiliyoruz? Kişinin ailesini hiç düşünmeden? Neyse, zaten ateş düşğü yeri yakıyor...

İçim şişiyor.
Daha sayabileceklerim çok.
Anlatmak istediklerim çok.
Anlatınca belki rahatlarım dediklerim çok.

Ama yok.
Rahatlamıyor insan biliyorum.
Yani ben rahatlamıyorum.

Doluyorum dolmasına da...
Benim hâlâ umudum var!

Goncagül "Şiş"


17 Ocak 2013 Perşembe

Engellerini Düşün Ve Aş!


Engelli olan biziz.

Bozulmuş yargılarımızla,

Senin dilin, onun gözü, öbürünün gönlü...

Kamburlaşmış sırtınızda taşıdığınız kibiriniz ile...




Geçen gün hatırlamadığım bir kanalda hatırlamadığım bir programı izlerken tek bir kadının Engelliler için açtığı bir Sanat Evi'nin aktivitelerini izlerken düşündüm bunu. Her bir engellinin güleç yüzünü inceledim. Gözlerindeki ışığı gördüm... bizim feri gitmiş gözlerimizin aksine  sevinç saçıyorlardı. içim çöktü. Midem bulandı. Yüreğim coştu. O an mutluluğu ve mutsuzluğu içiçe yaşamış olmanın karışıklığı tahammül edilebilir değildi. Engelli diye adlandırdığınız bu insanların hiçbiri engelli değil diye iç geçirdim...

Asıl dilsiz olan lafını tartmayıp can yakandı
Kaç yürek bıçaklamıştır bileylediği dilinden? Kaç kez gurur duymuştur bundan?
Asıl kör olan kendinden başkasını görmeyendi ve dahi kaf dağında sanandı
Kafın kef olup kefeni saracağından habersizmişcesine şuursuzlardı
Asıl sağır olan doğrulara kulaklarını tıkamış olandı
Felçli, sağı solu boşverip at gözlüğünü takmış, dosdoğru burnunun dikine gidip kafasını duvara toslayandı

Boynu dik ama ruhu ezik insanmış engelli.

Kızdım.
O insanlara engelli diyen herkese kızdım. Onların dışında herkese 'normal' denmesine kızdım. Biz normal isek onların bu durumda 'anormal' olmalarına kızdım. Dünya üzerinde engelleri yüzünden her gece vicdanını kucağına alıp ağlayan onca engelliye rağmen, kalkıp o küçücük dediğiniz mutluluklardan kendine boncuk boncuk  kolye yapmış insanlara engelli diyorlar!
Bencil duyguları yüzünden adım dahi atamayan sakat ruhlar dururken, tekerlekli sandalyedeki adama engelli diyorlar!
Egosu şişmiş her bir şahıs balon gibi her defasında patlayıp, büzülüp en sonunda ufacık kalmışken gelişememiş insanlara engelli diyorlar!

Biz 'normaller'e de Beraber Yaşayabilme aktiviteleri düzenlemek lazım...

Asıl engelli bizleriz işte.

İnsanları ırkı ile, statüsü ile, maddiyatı ile, rengi ile, kilosu ile, 'engelleri' ile, ... ayıranlardır zihinsel engelliler. Düşünceleri sınırlı ve boştur...

Biraz düşün sen de engellerini! Hayatını cehenneme çeviren sakatlıklarını...yüreğini katılaştıran aksaklıklarını. Farkındalğına pamuk tıkayan körelmiş gözlerini. Engellerini düşün.

Kabul edip onları aşmadığın sürece özgürce koşamazsın... Daima yavaşlar, hedefe ulaşamazsın.

Goncagül "Hor"

11 Ocak 2013 Cuma

23 Mum!


Hem yazasım, hem de yazmayasım var... 

Hem büyüdüm, hem de büyümek istemiyorum diye anlatasım var... 


Biraz karışık duygularım, onu anladım.  

Sonra saliseler içinde "ben şimdi kaç yaşındayım?" derken yakaladım kendimi... 

Bunu düşündüğüm için güldüm... Erken bunama değil 'bebe bunaması' bunun adı. 
Kafam çok dolu olduğundan mı, yoksa hâlâ yine ve yeniden büyüdüğümü hissedememden midir henüz karar veremedim. 


Hayat olduğu gibi kalmıyor oysa. İçindekiler hızla değişiyor. İnsanlar yeniliklerin peşinden gittiklerini zannederlerken aslında bir diğerini kopyalıyor. Sürü nereye giderse o yolu iyice belliyor ve benimsiyor. Hatta tam da bugün bir köşe yazarının yazısını okuyunca biraz daha inandım bu duruma. Düpedüz "kendin olma, başkası ol" tarifi veriyordu zira. Şaşkınlık içerisinde okudum. Okudukca da güldüm... Ağlanacak hallere gülünen dünyamıza bir de ben katıldım. 

İçimde harika duygular büyütüp müthiş şeyler yaşıyorum...

Müthiş şeyler yaşatanı çok seviyorum. Paylaştıkca çoğalıyorum. Sevdikce seviyorum. Sevildikce şekilleniyorum. Şeklimi aldıkca seviniyorum. 

Ve galiba en güzeli de; etrafının seni sen olduğun için seven insanlarla çevrili olması. Yaşım her yıl aynı gün ilerlese bile çocuk yanımı okşayanın olması.  Bütün kusurlarıma rağmen... hatalarıma ve hırçınlığıma rağmen... 

Bir de aslında doğru düzgün tanımadığın insanların samimi sevgisi vardır. O da tadından yenmez... 



Her yıl olduğu gibi bir yıl daha büyüdüm ben işte. Her yeni seneyi eskitmenin en güzel taraflarından birisi de bildiğimizi sandıklarımızı aslında bilmediğimizi ve o bilmediklerimizin bizim için ne kadar değerli olduklarını er ya da geç görmemiz. Görebilmemiz...
Öğüt gibi... Geçmişte sadece kötü veya muhtaç olan insanların öğüt almaya 'mâhkum' olduklarını düşünen cahil biriydim...tepki gösterirdim yok yere. Halbuki öğüt dediğin bulunması zor bir hazinedir. Sen farkında olmadan aheste büyürken, kattıklarıyla seni süsler.  Gün gelir öğütlerinle parlarsın! Bunu görenlerin gözleri kamaşır. 
Ne mutludur öğüdü genç yaşta bulupta onu gönenene... 

Ne mutlu özü-sözü bir, öğüdü altından değerli olan kişilere sahip olanlara.

Büyüyorum işte. 


Öyle mutlu ki ruhum... öyle refahta ki yüreğim!
Ne yaşarsam yaşayayım yalnız olmadığımı bilmek, dört bir yanımı kucaklayan kıymetli öğütlerin olduğunu bilmek parlatsın biraz daha beni...

Dün akşam, içinde yaşayacağımız yuvamızı görmeye gittim. Hani burada delirmişken daha da çok sabretmeyi öğrendiğimi anlatmıştım ya? Sabrın sonu çok güzel... Sabrın sonu çok huzurlu! Ve bu yıl en güzel doğum günü hediyesi bu...Tanrı'dan gelen...İşitilen ve verilen bir aşk yuvası.

İyi ki doğmuşum da Canım aileme kavuşmuşum!

En özeli...En mühimi...En sıcağı...Aşkıma kavuşmuşum! 'Evet'ime kavuşmuşum. Sığınağıma, Adamıma, Kocama kavuşmuşum...

Artık büyümek iyi. Büyümek güzel. Fazla zorlamadan, kasmadan, çok kurcalamadan, sakince...
Göksel Babamın ellerinde....

Hepinizi çok seviyorum

Goncagül "Doğum Günü Çocuğu"