Adımlarıma Işık

20 Şubat 2013 Çarşamba

Vize Tamam! Özlem Tamam!

Sabah diğer günlere kıyasla biraz daha yorgun ve sakin uyandım. Hiç şikayetsiz, isyansız, geceden giyinmeye karar verdiğim kıyafetlerimi giyindim. Her sabah ne yapıyorsam ağır ağır yaptım. Ceketimi giyindim, çantamı koluma taktım, telefonumu kontrol ettim ve çıktım. Yaklaşık dört sabahdır gördüğüm kadını evimin kapısını açar açmaz yine gördüm. Yine aynı topuk sesleri, aynı tempo ve aynı güzel sarı saçlar. Yaşını başını almış kararlı adımlarla artık nereye gidiyordu bilmiyorum ama yorgunluğuma iyi gelmişti. Herzamanki gibi gökyüzüne baktım. Sevinç, mutluluk, yorgunluğumun aksine güzel olan ne varsa yüreğime aktı. Göğün tam mavisinden! Güneşin tam sarısından! İçimden "bugün çok yazılası bir gün gibi..." derken olacaklardan habersizdim.

Ofise girdim. Tanrı'nın bir lütfu yai yine güneş benim masama doğmuştu. Oturdum, Halsizdim ama iyi göründüğüme emindim. Çalışmam için gerekli olan programları başlatmadan mailbox'umu açıp manager'ıma mail çektim en yorgunundan...
Sonra ümitlice ama aslında biraz ümitsizce haber beklediğimiz yerin websitesine girdim. 
Dosya numaramızı girdim...
Aynı ekranı, aynı yazıları, aynı bekleyişle karşılacağımı zannederek...
Garipti...Bir tuhaflık vardı. In treatment yazmıyordu. Accord yazıyordu? Filmlerde olur zannederdim ama bakakaldım ve gözlerimi ovuşturarak gerçekten uyanıp uyanmadığımı kontrol ettim. Hâlâ aynı yazı...Hâlâ accord...Hâlâ, o aylarca deli gibi beklediğimiz cevap gelmişti. Zor süreç koca bir accord ile sona ermişti...İnansam iyi olurdu!

Ben diyeyim mutluluktan Tarzan'ın Jane'i gibi o ağaçdan diğer ağaca zıplayasım var, siz deyin Tazmania canavarı olmuşum kendi etrafımda 180km hizla dönüyorum! Enerji patlaması yaşıyorum! Hayatımda hiç olmadığım kadar sevinç fışkırıyorum! Üstümden tonlarca ağır bir yük kalkmış, kemiklerim gevşemiş, zihnim kendine gelmiş gibi!

Yirmi şubat hayatımız boyunca unutamayacağımız bir hediye gibi geldi. Tam zamanında geldi!

Artık hiç ayrılmamak üzere ve ayrı yerlerde mücadele etmek zorunda olmamak üzere Canım'a, Ruhum'a kavuşuyorum! 
Burada kıvranmıştım ya burada rahatladım şimdi!

Yuupppiiiii yééééyyyy yeaaaaaah!!!

Goncagül "çatı"
Goncagül "beyaz"
Goncagül "başlangıç"
Goncagül "mutlu!"

13 Şubat 2013 Çarşamba

Çok Sevdiklerime Söylemek İçin!

Biraz araştırdım ancak bulamadım. Sevgililer Gününün bazı ülkelerde sadece sevgili ile değil, tüm sevilenlerle kutlanıldığını duymuştum ve bu çok hoşuma gitti. Babasına, annesine, kardeşine veya sevdiği dostlarına da armağanlar alırlarmış. Öyle pahalı hediyeler de değilmiş. Bir çiçek, güzel bir kart ile sevgilerini ifade ederlermiş. Kapitalizmin konuştuğu bir çağda böyle bir şey kulağa çok hoş geldi.

Zira sevilene verilen en güzel hediye mücevher ve benzeri pahalı nesneler değildir nihayetinde. Sevgini ifade edebildiğin her eylem, sevilen için yeryüzünde eşi benzeri olmayan bir hediyedir. Takliti yok, değeri paha biçilmez...
Sadece ticaretten ibaret olan 14 şubatlarda değil, hergün söylesek sevdiklerimizi onları ne çok sevdiğimizi...
Korkmasak bundan. Dilimizin ucuna geldiğinde geri çevirmesek. Zorlanmadan sarılabilsek. Yenilsek bizi tutan o garip tutukluğa... Özgürce, her istediğimizde, Seni seviyorum desek! Diyebilsek! Hem bedava, hem ömür boyu, hem yaşam soluğu...
Sevginizi armağan edin sevdiklerinize!
Umuyorum ki, ne alayım diye düşünmek yerine varlığınızdan mutluluk duyan, varlığı ile mutlu olabildiğiniz sevdikleriniz olsun hayatınızda. 
En güzeli bu...

Sevdiklerimiz yanımızdayken hâlâ, bu kadar zor olmasın kucaklamak. Bir gün ile sınırlanmaz aşk!

Bütün sevdiklerime bir kez daha Seni Seviyorum deme bahanesi olsun bu yazı.

En çok en özelime; yoldaşıma, sırdaşıma, aşkıma, Çağdaşıma teşekkür olsun...
Dün...
Bugün... 
Yarın...

Hergün!

Seni çooook seviyorum!

Goncagül "aşk"


5 Şubat 2013 Salı

Samatya Samast'ya Olmasın

Kamu susarken aynı sessizliğe bürünüp tek kelâm etmemek olur muydu?

Olmazdı.

Denedim; denemedim değil susmayı.

Fakat sonra günlerce beni rahatsız eden soru işaretlerimle boğuşmaktansa içimde ne varsa ulu orta dökeyim-yazayım-konuşayım da kendi kendime cevap olayım istedim. Kendi kendimi inkâr etmekten vazgeçeyim istedim.

Evet kendi kendime. 
Çünkü burada yazılanları hiçkimse kale almayacak. Zira bir çok amatör internet gazetesini, Agos'u ve diğer websitelerinde yayınlanmış olan haberleri bile görmezden gelen bir toplum bu. Yaralarını koparıp kanattıkca kanatan, ama sarmak adına parmağını bile oynatmayan. Belki de hâlâ yaralarımız degil de yaralarıdır da ondan.
Yani çoğunluğun duyarsızlığına devam etmesinin başka bir sebebi olabilir mi, bilemiyorum. Gerçi halk ne yapsın değil mi? En büyükler susup konuşmazken ve hatta sırt sıvazlarken halk ne yapsın...Ne yapabilsin...

28 Aralık, yine bir cuma günü 85 yaşındaki Maritsa Küçük bıçaklanarak öldürülmüştü. Bunu ne haberlerde duyduk ne de gazetelerde okuduk. Sanki Samatya İstanbul'a ait bir semt değil, Maritsa Küçük de haber olacak kadar değerli bir kadın değildi. Bununla da kalmadı. Kim oldukları belli olmayan saldırganlar 83 yaşındaki Sultan Akyar'ın evine girip saldırdılar. Sultan'da ermeniydi. Yine haberimiz olmadı. "Yayam ölebilirdi...bu bir hırsızlık girişimi değil Ermenilere karşı kasıttır" diyen torunun ifadesi dikkate alınmadı

Çok uzatasım yok...
Daha yazarken içimin kıyıldığı bu Samatya vahşetlerine daha ne kadar sessiz kalacak bu yetkililer bilmiyorum. 
İnsanların eylemi, kadınların birliği ne kadar ses getirecek; bu protestolar amacına ulaşacak mı, bilmiyorum. 
Türkiye daha nice Samast'lar büyütüp eğitirken olan yine benim bir avuç milletimin ihtiyar kadınlarına mı olacak, bilmiyorum.

Hani Hrant dayday öldü ve hâlâ adalet yerini bulamadı ya?
Oradan biliyorum...

Aysın artık bu ülke. Kendine gelsin güzelim İstanbul. 
Da nasıl olacak...
Baş'ı ahmak olanın vücut hareketleri ne kadar doğru olabilirdi ki...

İyi ki hâlâ bizi anlayıp adaletin yanında olan insanlar var.
İyi ki ayrı milletten olsak bile aynı toprağın insanı olduğumuzun farkında olanlar var.

Goncagül "sesli düsünce balonu"